Evrende Yaşam ve Fermi Paradoksu

Biz Atatürk Gençleriyiz
7 min readFeb 23, 2021

--

https://theshmuz.com/boi/24-the-vastnes-of-the-universe/

Binlerce belki hatta daha uzun yıllar boyunca insanların zihinlerinde varoluşa ilişkin temel bazı sorular süregelmiştir: “Canlılık nasıl başladı? Tanrı var mı? Yaşamın anlamı nedir? Evren nasıl oluştu?”

Bu tarz sorulara, özellikle bilim ve felsefe olmak üzere farklı disiplinler aracılığıyla cevaplar bulmaya çalıştık. Bazılarını bulduk, bazılarını bulmaya çalışıyoruz, bazılarını bulamadık ve belki hiç bulamayacağız, bazılarını da bulduğumuzu zannediyoruz. İşte böyle, cevabını henüz bulamadığımız temel sorulardan biri de şu: “Evrende yalnız mıyız? Eğer yalnız değilsek herkes nerede?”

Los Alamos Ulusal Laboratuvarının havadan görüntüsü. Kaynak: https://www.npr.org/templates/story/story.php?storyId=126281862?storyId=126281862

Şimdi gelin içinde kaybolduğumuz bu düşüncelere kısa bir ara verelim ve 1950 yılının sıcak bir yaz gününe gidelim. ABD’nin New Mexico eyaletinde bulunan Los Alamos Ulusal Laboratuvarında öğle yemeği vakti. İnsanlığın nükleer çağı olarak bilinen dönemi inşa etmiş dehalardan bazıları olan Edward Teller, Herbert York, Emil Konopinski ve Enrico Fermi yemek sırasında birbirleriyle sohbet ediyorlar.

Enrico Fermi’nin bir fotoğrafı. Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Enrico_Fermi

Sohbet ise yakın zamanlarda gazetede çıkan UFO haberleri üzerine. Uzayda yaşam ihtimalinden bahsediyorlar. Özellikle de önlerindeki 10 yıl içinde ışıktan hızlı giden cisimler keşfetme ihtimalini tartışıyorlardı. İşte anlatılana göre bu sırada Enrico Fermi, olduğu yerde birden sıçrayarak o meşhur soruyu sordu: “İyi ama… Herkes nerede?”

Arkadaşları, o başka hiçbir şey söylemese de bahsettiği şeyi biliyordu. İstatistiki olarak düşünülecek olursa evren yaşam kaynıyor olmalıydı. Evrenin baktığımız her köşesinde öyle veya böyle canlılığa rastlamalıydık.

Şöyle ki sadece Samanyolu Galaksisi içinde, Güneş’imize benzer özelliklerde 20 ila 40 milyar adet yıldız bulunuyor. Gözlenebilir evren içinde en azından 100 milyar galaksi olduğu düşünülüyor ki bu sayı muhtemelen 300 milyarı geçiyor. Cüce galaksiler de buna dahil edilecek olursa, sayının 7.5–10 trilyon civarında olduğu hesaplanıyor. Yani evrende trilyonlarca yaşam barındırma potansiyeline sahip yıldız bulunuyor.

Hubble Uzay Teleskobunun çekmiş olduğu yüzlerce galaksinin birlikte bulunduğu görüntü. Kaynak: https://www.thoughtco.com/galaxy-types-their-origins-and-evolution-3072058

Belirtmekte fayda var burada sözünü ettiğimiz, bildiğimiz anlamıyla, karbon temelli ve su barındıran gezegenlerde ortaya çıkan yaşam. Yaşamın alternatif formlarından söz etmiyoruz bile. Bu trilyon kere katrilyonlarca yıldızın en azından %25'inin etrafında, ortalamada 5 gezegen ve en azından 1 kayalık gezegen olduğu tahmin ediliyor. Dünya, bu kadar çok sayıda gezegenden sadece bir tanesi…

İşin öteki yüzü olan pratik tarafta ise şu gerçek var: Bugüne kadar bırakın yıldızlarına veya galaksilerine hükmeden gelişmiş medeniyetleri, canlı sayabileceğimiz hiçbir varlıkla, bakteriler gibi daha basit yapılı canlılarla bile karşılaşmadık. Dolayısıyla yüksek olasılıklar veren hesaplarımız ile gözlemsel verilerimiz uyuşmuyor. İşte bu uyumsuzluğa, Fermi Paradoksu adını veriyoruz.

Henüz bu paradoksa kesin bir cevabımız yok. Bilim geliştikçe, daha fazla veri toplandıkça ve hipotezler yani olasılıklar konuşulup elendikçe belki ileride “Evrende Yaşam Teorisi” isimli Fermi Paradoksu’na cevap olabilecek benzeri bir teori geliştirilebilir. Ancak şu anlık elimizde cevap yerine bazı ihtimaller ve varsayımlar var. Haydi gelin birlikte bunları inceleyelim.

İlk olarak karşımıza Büyük Filtre Hipotezi çıkıyor. Büyük Filtre Hipotezi’ni kozmolojik ölçekte bir doğal seçilim olarak düşünebilirsiniz. Doğada da benzerinin olduğu gibi medeniyetler birbirleriyle karşılaştıklarında, en uyumlu ve güçlü olanların hayatta kalması şeklinde bir rekabet beliriyor olabilir. Bu sadece birbiriyle karşılaşan medeniyetlerde görülmüyor da olabilir. Gelişimlerinin bir uzantısı olarak uzaya açılan medeniyetler, bilerek ve isteyerek diğer medeniyetleri katlediyor olabilir. Ya da direkt medeniyetler bir gelişmişlik eşiğinden sonra kusursuz zekalara sahip olmadıkları için kendi kendilerinin sonunu getiriyor olabilir.

Başka bir durumda da diğer medeniyetlerle irtibat kurmayı seçen medeniyetler, habersiz bir şekilde kozmik olarak dezavantajlı konuma düşerek evrimsel süreçte eleniyor olabilir; çünkü baskın medeniyet, yaşamın olduğunu tespit ettiği gezegenleri yok ediyor, kolonize ediyor veya malzeme olarak kullanıyor olabilir. Sonuçta gelişmiş düzeydeki ilk medeniyetler, diğer medeniyetlerin kendilerine rekabet yaratmasını istemiyor ve potansiyel gördükleri medeniyetleri engelliyor olabilirler.

https://www.pinterest.ca/pin/615796949022028363/

Tabii diğer bir olasılık da üstün medeniyetlerin daha ilkel olan medeniyetleri umursamaması olabilir. İnsanlar bir araziye bina inşa ederlerken o arazide yaşayan karınca, solucan gibi hayvanları hiç düşünmeden işe giriştikleri için benzer bir durum kozmolojik arenada da rastlanabilir. Yani üstün bir medeniyet daha düşük seviyeli bir medeniyetle karşılaştığında, o medeniyetin kaynaklarını umursamazca tüketiyor ve düşük seviyeli olan medeniyeti yok oluşa sürüklüyor olabilir.

Başka bir seçenekte doğanın işleyişinde Büyük Filtre Hipotezi benzeri bir durum olmasıdır. Yani belki de abiyogenez ve kimyasal evrim yoluyla canlıların evrimleşmesi aşırı düşük olasılıklı bir olaydır ve evrendeki trilyonlar kere trilyonlarca gezegene rağmen yaşamın evrimleşmesi pek olanaklı değildir. Dünya da çok nadir rastlanan vakalardan biridir. Veya mesela tek hücreli canlılar gibi basit yapılı varlıkların evrilmesi muhtemel olmasına rağmen çok hücreli ya da zeki canlıların evrilebilmiş olması aşırı düşük olasılıklı bir olaydır ve Dünya gezegeni de yine nadir bir vakadır.

https://futurism.com/the-kardashev-scale-type-i-ii-iii-iv-v-civilization

Sonuçta evrimin bir amacı yok, medeniyetler inşa edebilecek düzeyde zeki canlıların ortaya çıkması şart değil. Ve eğer ki insandan bile gelişmiş medeniyetler henüz yaygın değilse teleskoplarımızın düşük çözünürlüğü ve uzayda taradığımız hacmin küçüklüğü düşünülecek olursa bu basit yaşamın izlerini göremiyor olabiliriz.

Sonuçta Mars’tan Dünya’ya baktığınızda bile Dünya’da yaşam olduğuna dair hiçbir iz göremezsiniz. Kaldı ki on milyonlarca ışık yılı uzakta bulunan gezegenlerdeki, yani günümüzden on milyonlarca yıl öncesine ait ışığın bize ulaştığı gezegenlerdeki canlılığı tespit edebilelim. Yani aslında bizim teknolojik ve bilimsel anlamdaki yetersizliğimiz evrendeki canlılığı keşfetmemiz için bir engeldir ve bu durum diğer muhtemel medeniyetler için de geçerli olabilir.

Mars’tan Dünya’nın bir görüntüsü. Kaynak: https://evrimagaci.org/uzaylilar-nerede-fermi-paradoksu-nedir-1084

Bu teknolojik ve bilimsel açıdan gelişmemişlik şuraya da bağlanabilir: Medeniyetler gezegenlerine hapsoluyor olabilir. Büyük bir potansiyelleri olmalarına rağmen malzeme yetersizliğinden ötürü galaksiyi fethetmek için gerekli olan devasa yapılar inşa edemiyorlardır ve bu durumda da gezegenlerine veya en azından sistemlerine hapsoluyorlardır.

Başka bir ihtimal de gezegenlerde sık sık yaşanan doğal felaketlerin galaktik bir medeniyetin oluşması için yeterince süre tanımamış olması olabilir. Hatta direkt evren galaktik bir medeniyetin evrilmesi için çok genç olabilir. Katrilyonlarca kere katrilyonlarca yılın yanında evrenin 13.8 milyarlık yaşı çok küçük kalır. Bu tarz durumlarda da galaksiyi fethedebilecek medeniyetlerin ortaya çıkmış olma ihtimali çok düşüktür.

https://www.wallpaperflare.com/search?wallpaper=planet+crash

Bir diğer olasılık ise evrenin ücra bir köşesinde bulunmamız olabilir. Evrenin geri kalan bazı ya da çoğu kısımlarında birbirinden haberdar farklı medeniyetler vardır ama biz onlara çok uzağızdır. Sonuçta evren devasa bir yapı ve biz şanssız bir köşesinde evrimleşmişizdir.

Diğer medeniyetlerle iletişim kuramamamızın başka bir sebebi de yanlış zamanda yanlış şeyi yapıyor oluşumuz olabilir. Buna SETI Paradoksu da denir. Evrendeki muhtemel medeniyetler, diğer medeniyetlere sinyal göndermeye çalışmak yerine dinliyor olabilir. Bu durumda kimse sinyal göndermediği için medeniyetler de birbirini duyamıyor olabilir.

https://www.extremetech.com/extreme/318635-astronomers-spot-potentially-alien-radio-signal-from-nearby-star

Sonuçta biz bile uzaya sadece birkaç defa kasti sinyaller gönderdik, çoğu zaman sadece dinleme halindeyiz. Hatta diğer medeniyetler anlamlı sinyalleri çok kısa bir süreliğine gönderiyorlarsa bunları doğru zamanda ve doğru şekilde dinlemek ve tespit etmek de aşırı güç olabilir. Bu nedenle medeniyetler birbirlerinin asla farkına varamıyor olabilirler.

Tabii eğer ki sinyallerin tipi veya doğası farklıysa ve biz doğru frekansta dinlemiyorsak da kimseyi duymayı bekleyemeyiz. Sonuçta biz genellikle radyo sinyallerini takip ediyoruz ancak bizden gelişmiş bir medeniyet farklı çeşitte sinyaller gönderiyor olabilir. Bundan dolayı yine birbirimizin farkında değilizdir.

Başka bir çılgın olasılık da medeniyetlerin bilerek bizimle irtibat kurmaması olabilir. Buna Hayvanat Bahçesi Hipotezi denir. Yani diğer üstün medeniyetler, bizlerin farkında olabilir ve sosyokültürel evrimimize bilerek müdahale etmeyip bizi izliyorlardır. Aynı insanların doğal ortamında hayvanları izlediği gibi. Bunun muhtemel sebepleri arasında bizim onlarla olan etkileşimimize henüz hazır olmadığımızı ve belki de hiçbir zaman hazır olmayacağımızı düşünmeleri olabilir. Bu durumda da hiçbir zaman onlarla iletişime geçemeyiz.

Son olasılık ise belki de insanlık ve Dünya üzerindeki yaşam gerçekten de özeldir ve evrenin geri kalan hiçbir yerinde canlılık yoktur. Bu durum kutsal kitaplardaki bilinçli bir Tanrı aracılığıyla veya başka formdaki bilinçler sayesinde gerçekleşmiş olabilir. Mesela belki bizler, uzaylılar tarafından yapılan bir deneyin ürünüyüzdür. Simülasyon Teorisi’nin bir formu olan Planetaryum Hipotezi uzaylılar için Dünya’nın deneysel bir simülasyondan ibaret olduğunu söylemektedir.

Sonuç olarak elimizde çok sayıda ihtimal ve çok az veri var. Uzaylı bir medeniyet olsa bile bu medeniyetin algılayışı biz insanlardan farklı olabilir. Kolonizasyon, işgal, yayılma gibi kavramları algılamayacak kadar farklı evrimleşmişlerdir. Belki de bilerek yayılmak istemiyorlardır. Ya da bu ihtimallerin hiçbiri doğru değildir.

Hayal gücümüzün sınırlarını zorladığımızda aklımıza sayısız farklı fikir gelebilir. Olasılıkların sonu yok. Bu durumda da bilimin boş hipotezi gereği hepsinin hatalı olduğunu varsaymak durumundayız.

Yapılması gereken ise bu hipotezleri aklımızın bir köşesinde tutup daha çok veri elde ettikçe, bilimsel ve teknolojik açıdan ilerledikçe bu hipotezleri elemek, şekillendirmek ve gözden geçirmektir. Asla yapılmaması gereken ise bu hipotezlerin birine saplanıp kalmak ve hoşumuza gittiği için onu nihai gerçek olarak kabul etmektir. Eğer böyle yapacak olursak doğru olasılığı bulma ihtimalimiz yok denecek kadar az. Ayrıca bu durum bilimin gelişmesini ve gerçeği bulmamızı en azından bulmaya çalışmamızı da engeller.

Son olarak yazıyı, yazar Arthur C. Clarke’ın şu sözü ile bitirmek istiyorum: “İki olasılık var: Ya evrende yalnızız ya da değiliz. Her iki olasılık da eşit derecede ürkütücü…”

Yazar: Egemen Koçak

Kaynaklar:

--

--

Biz Atatürk Gençleriyiz

Bilim, mükemmel değil sadece elimizdekinin en iyisidir. Bilimin şüpheciliğini terk etmek, karanlık bir çağa giden yoldur -Carl Sagan